Genellikle Urfa’dan ve çevresinden Mersin Huzurkent’e mevsimlik tarım işçiliği yapmaya gelen insanların yaşam alanlarını anlatmaya çalışacağım. Onların yaşam alanlarına girmek izlemek oldukça zorlu bir deneyim. Onlarla sohbet ettiğinizde bir dokunup bin ah işitiyorsunuz. Huzurkent’ten bahsedeyim Mersin’e 20 km uzaklıkta bir köy-mahalle yakın çevresi oldukça verimli ekim alanlarına sahip tarımsal bir bölge her sene 100’lerce aile mevsimlik tarım işçiliği yapmak için çocuklarıyla birlikte geliyorlar. Ayrıca Suriye uyruklu vatandaşlarda o bölgede aileleriyle tarım sektöründe çalışıyor.
20-25 yıldır Mersin’e gelip gittiklerini söyleyen kadınların bir çoğu şehir merkezini görmemişler. Yaşam alanlarında elektrik, su, tv, bilgisayar vs yok. Tuvalet ve banyo ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir yer yok. Sağlık ve güvenlik kuruluşlarına uzak bir dünya.
Çadırlar toprağın üstüne kurulmuş vaziyette yağmur çizelese bile bulundukları tarla çekilmez bir yer oluyor.
Çocukların hiç biri okula gitmiyor yaklaşık 70 çadırlık kampta 200ün üstünde çocuk var. çocuk işçilik çok fazla 11-12 yaşın üstü çocukların hemen hemen hepsi tarlalarda çalışıyor. Çalışmayan 0 – 10 yaş arası çocuklar ise çadırların etrafında kendi geliştirdikleri oyunları oynuyorlar.
Yeme içme durumları ve diğer temel ihtiyaçların hiç biri hijyenik degil.
Çocuklara ne yapmak isterdiniz diye sorduğumda aldığım cevap okumak isterdik.
Peki okudunuz ne olmak isterdiniz diye sorduğumda aldığım cevap ise öğretmen olmak isterdim. Hemen hemen hepsi bu cevapları veriyor. Kadınlar iş dönüşü dinlenme fırsatı bile bulamıyor yemek bulaşık çamaşır derken doğru dürüst dinlenemiyorlar. Erkekler birazda olsa işten geldikten sonra dinleniyor.
İş dönüşü gelen genç kadınlarla sohbet etmek istediğimde kabul etmiyorlardı genç erkeklerde aynı şekilde yaklaşıyordu. Yaşlı kadınların ve genç kadınların bazıları fotoğraf çektirmek istemiyorlardı.
İsmail isminde bir işçi arkadaşla uzun bir sohbet etmiştik ona çalışma alanlarınızda çekim yapabilirmiyim diye sormuştum oda çavuş denilen kişiyi aradı kabul etmemişti. Oda çalışma ve yaşam koşullarımızın zor olduğunu anlattı ‘zaten görüyorsunuz anlatacak ne var ki şuraya çadırımı kura bilmek için tarla sahibine aylık 150 tl ödüyorum belediye görevlileri geliyor daha sonra bizi buradan kaldırmak istiyor köylüler bizi istemiyor onlar iş bulamıyormuş biz geldigimizde biz ne yapalım ölelim mi yok işte durumumuz. Kim bu vaziyette yaşamak ister yılanın çiyanın pisliğin içinde. Çocuklarımız okula gitmiyor. Hiçbir gelecekleri yok onlarda bizim gibi olacak o memleket senin bu memleket benim sırtında çadırı gezecek’.
Hasan isminde bir işçiye bu şartlar altında niye abi bu kadar çok çocuk abi diye sormuştum. Sigarsından derin bir nefes çekip; ‘biz yoksul insanlarız bağ bahçe tarla ev bark hiç bir şey yok tek sermayemiz çocuklarımız. Bizim atalarımızda böyleydi çok çocuk yapardı büyüyüp çalışacaklar ki geçinebilelim yoksa ben tek başıma nasıl geçindirim evi’ deyip gülümsemişti.
Türkiye’nin bir çok yerinde tarım alanında çalışan insanların durumu buna benzer her gün haberlerden duyuyoruz birşeyler. Kamyon üstünde servis edilme barınma ve ücret sorunu sağlık ve eğitim sorunu. Yetkililer bir düzenleme yaparak konteynır evleri ve tuvaletleri zorunlu hale getirebilir ülkenin bir çok şehri tarım sektörü için başka şehirlerden işçi alıyor.
Sonuç: 8 saatin üstünde çalışma saatleri, mutfaksız kadınlar, oyun parksız okulsuz çocuklar, çocuk işçiliği, sağlık ve güvenlik alanından uzak bir yaşam.
fotoğraf yazı: ali osman abalı – mersin huzurkent
bu çalışmayla ilgili bir serginize gelmiştim etkilenmiştim kitap yada katalog var mı bu çalışmanın ?